Ancient Cayonu Tepesi, the likely domestication site of emmer wheat.

Mathilda's Anthropology Blog.

Cayonu Tepesi


The site of Cayonu Tepesi is located in Eastern Anatolia, which is present day Turkey. The exact location is near the northern arc of the Fertile Crescent in the Taurus Mountains foothills intermediate between Levant and Zagros on the Ergani Plain. This is the earliest Neolithic settlement discovered to date in Turkey and is believed to have been occupied from approximately 7,250 BCE to 6,750 BCE. At the time of habitation, this location was surrounded by steppe forests of oak and pistachio trees. This was a sedentary farming village which showed the earliest remains of copper metalworking. The Cayonu settlement is located not far from the city of Diyarbakir and was excavated between 1964 and 1991 by expedition teams under the leadership of Cambel, Braidwood, Mehmet Ozdogan and Wulf Schirmen. The anthropologist who receives the most credit for the excavation of Cayonu is Robert Braidwood, who also…

View original post 1,276 more words

ESKİ DÜNYANIN SONU : “Milenyum Vuruşu” ‘HESAPLAŞMA’

ESKİ DÜNYANIN SONU :  “Milenyum Vuruşu”

‘HESAPLAŞMA

          Bana göre Türk devleti ve Kürtler hesaplaşıyor. Daha doğrusu Türkiye Kürtlerle hesaplaşıyor; kendi payına düşeni korkunç bir hırsla savunma ve “sana zinhar vermem” telaşında…Devletin bu telaşına da hak vermek icab eder: Kürtler de çok oluyor yani; hem kendi vatanlarını istiyorlar, hem de bizimkinde gözleri var. Size kan kusturarak vatanınızı verme niyetindeyiz; ama asla bizimkine göz değdirmeyiz. Bu anlaşma* (Selim ve Bitlisi arasında yapılan anlaşma kastediliyor) buraya kadar arkadaş!demek istiyor Türk devlet aygıtı.

          Zamanında kendi iradesiyle anlaşmaya varmış olan devlet şimdi aynı şekilde yine kendi iradesiyle anlaşmayı sona erdirdiğini şifahen ilan etmiş bulunmaktadır, ki bu da ayrılmayı Kürtler lehine çok haklı kılmaktadır ve de adildir.

Bence bu hayırlı bir gelişme olurdu ama(her ne kadar fiilen zaten bitmiş olsada) anlaşmaları ancak yeni bir anlaşma sona erdirir. Er ya da geç bu gerçekleşecektir elbette ama bu barış içerisinde,  bir an önce yapılması gereken ve iki ayrı devlet olarak yaşama mutlak zorunluluğununun anlaşması olmalıdır.

Öncelikle bu politik bir kararlılık gerektirir. Madem ki Avrupalılar, Amerikan desteğine binaen (bütün hırslarına rağmen Avrupalılaşamayıp çareyi Amerikanlaşmakta bulan) Türk varlığının bekasında karar kılmıştır, o halde ayağınızın çok sağlam bir yere basması gerekir. Bastıkları zemin sağlam olmayanlar kendilerine kaldıramayacakları yük verildiğinde dibe çökerler. Çünkü yükün kendisi taşıyandan daha ağırdır.

Türk devleti kendisinin bu sorunu çözebilecek kabiliyette olduğunu tüm dünyaya kabul ettirme olasılıkları arayışı içindedir ve bu, Devlet-i Ali’nin Kürtlere karşı oynadığı, yüzü Batı’ya dönük, son Milenyum Hamlesi’dir.

Etrafını zorla  boşalttığı boş bir ovada yerleşik gibidir devlet; esen rüzgarın farkında bile değildir. Şer Ekseni, tam anlamıyla tersine dönmüş ve aslında kendi gerçek yatağına oturmuştur. Türkiye bu sebeple kaybetmeye mahkumdur. Daha fazla Kürt kanı dökülmeden ve Kürdistan daha fazla kültürel olarak geriletilmeden Kürtlerin milli çizgileri, ilerlemeyi işaret etmektedir.

Kendisinden daha büyük bir makasın kendi varoluşunu da biçeceğinin bilincinde olmayan Türk devlet aygıtı; ne düşman olarak gördüğü Kürtlere de, arkasından yaklaşmakta olan aynı büyüklükte bir başka makas tarafından, benzer yöntemlerle biçim verileceğinden; dolayısıyla ne de, tam da genel çıkarların, kaderin kötü bir oyunuyla  çakıştığından hayidar değildir:  “Deus propitius esto peccatis nostris*!..”  Her ne kadar Kürtleri daha büyük katliamlar bekliyorsa da; bu gerçeği değiştiremeyecektir.

‘NE ŞAM’IN ŞEKERİ, NE de TÜRKLERİN SÖZLERİ’

          Şiddetli psikolojik ve ideolojik baskı altında bir adada sonuna kadar kullanılmak üzere yatırılan  köylü bir Kürt çocuğunun günden güne küçüldüğünü izleme zevki yaşayan devlet aygıtının alçakça yürüttüğü sözümona demokratik açılımları gözönünde bulundurularak şu aşamada yapılacak bir anlaşma; hafif tanımıyla şeytanın kucağına oturmaktır.

Anlaşma teklifi muktedir görünenden geliyorsa, düşmanının zayıf anını değerlendirmeye karar verdiğindendir. Dolayısıyla Kürtlerin önceliği; devleti gerçek anlamda yapılacak ve ayrılmayı şart koşan bir anlaşmaya zorlamaktır, çekilmek değil. Özgürleştirmek isteyenler geri çekilmezler; tam aksine ilerisini düşünerek hareket ederler.

Kutsal addedilen bir emanete gözleri gibi bakmış olan Kürtler, ihanetlerinin bedelini düşmanıyla anlaşma zorunluluğu yaşayarak ödeyeceklerdir. Üstelik bu, beklenenin aksine Türkleri değil Kürtleri zayıflatacak bir anlaşma olacaktır.

Dolayısıyla Türk devletiyle anlaşmak yerine; anlaşmamak ilerde Kürtlere hak kazandıracaktır:

Kendilerine zamanında kimlik kazandıran dinlerini küçümseyenler veya aşağılayanlarla anlaşmaya varmak onursuzluktur. Düşünsenize bir, bu insanlarla aynı dinden olduğunuzu!..

Bu din onların elinde ateş topuna dönmüşse; kendi yaratamadığı fakat üstüne şiddetle çöreklenmeyi bildiği büyük bir medeniyetin zerresini bile paylaşmaya yanaşmayan düzenbaz step tüccarları, bütün kültürlerin birikimini tüketmekteyse; anlaşarak seni de yavaş yavaş tüketme amacındadır.

Weekly Kurdish Storify – 1

Weekly Kurdish Storify – 1

Read next page

Did you find this story interesting? Be the first to
or comment.

Liked!